AHMET POLAD
Uzun yıllardan beri, Ortadoğu halkarının başına bela olmuş iki diktatör, Erdoğan ve Netenyahu’nun atışmalarına şahitlik ediyoruz. Küresel kamplaşma söz konusu olduğunda aynı yerde duran, ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki ileri karakolları olma görevini sürdüren Türkiye ve İsrail, aynı misyonu oynamak arzusundan kaynaklı zaman zaman karşı karşıya geliyor. İkisi de ABD emperyalizminin bölgedeki 1 numaralı temsilcisi olmayı; savaşlar ve işgaller yoluyla topraklarını genişletmeyi ve (Çin emperyalizminin bölgedeki 1 numaralı “dostu”) İran’a karşı üstünlük kurmayı hedefliyor. Elbette ki iki devletin tarihsel gelişimleri bakımından çok ciddi farkları var. Ancak şu anda ayrı kaynaklardan çıkıp aynı yatakta buluşmuş iki nehir gibiler. Ve kavgaları bu nehrin hangisinin renginde akacağı üzerine. Bundan dolayı da atışmalarına rağmen çok sıkı olan ticari ve askeri ilişkilerini yadırgamamak lazım.
Faşist şef Erdoğan’ın bölgedeki (ılımlısından cihadistine) politik islamcı hareketlerle olan ilişkisi herkesin malumudur. Hamas’ın 2006 seçim zaferinin ardından gelişen süreçte, Türkiye Hamas’a olan desteğini arttırmış, bölgesel politikasında İsrail’i eleştirmeye başlamıştır. Erdoğan’ın sonradan çark edip eleştirilerinin odağında moderatörün olduğunu söylediği “Davos çıkışı” bu eleştirilerin zirveye çıktığı yerlerden biri olmuştur. Erdoğan, Siyonist İsrail’in Filistin halkına uyguladığı terörü, o ya da bu düzeyde, doğru olarak ifade etmiştir. Elbette ki burada esas mesele Filistin halkının çıkarları değildir. Filistin halkının kurtuluşu ne Türk, ne Fars, ne Arap hiçbir burjuva devletin “umurunda değildir”. Bunu Suudi Prensi Selman 7 Ekim 2023 sonrasında açık bir şeklde ifade etmişti.
Gerçeğin bu yönünü bilen İsrail tarafı da bir yandan Filistin halkına karşı zulmünü tırmandırmaya, bir yandan da faşist şef ve şürekasına aynı dozda cevap vermeye başlamıştır. İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı Avi Mizrahi’nin2009 tarihli “Erdoğan aynaya baksın. Ermenileri katlettiler, şimdi aynı şeyi Kürtlere yapıyorlar, Kıbrıs’ı işgal ettiler” sözleri, 15 yılı aşan atışmaların özetidir. Erdoğan ve avaneleri her fırsatta Netenyahu’yu Hitler’e benzetirken, Netenyahu ve hempaları Erdoğan’a Kürdistan’ın soykırımcısı-işgalcisi, diyor. Türkiye, İsrail’i Filistin topraklarını işgal etmekle, soykırım yapmakla suçlarken; İsrail’de aynı şekilde, Türkiye’nin Kürdistan’daki işgalci-sömürgeci pozisyonuna, Kürtlere-Ermenilere-Rumlara karşı gerçekleştirdiği soykırım ve katliamlara; Kıbrıs, Efrin, Serêkanîyê’deki işgallerine dikkat çekiyor. Elbette ki siyonist İsrail, bu söylemleri ne Kürt halkının çıkarlarını savunmak için, ne de özgürlükçü ilkeler doğrultusunda sömürgecilere tavır almak için yapıyor. Mafyatik sömürgeciliğin açığa çıktığı koşullarda, ABD emperyalizminin bölge sefirleri birbirlerine racon kesiyor.
Filistin halkını katleden İsrail, silahlarını yenileyeceği bütçenin ne kadarını Türkiye ile (şimdi de işbirlikçi Mahmud Abbas’ın Filistin Devleti üzerinden hülle yaparak) yaptığı ticaretle temin etmektedir? Heronlar uzun yıllar Kürdistan dağlarından istihbarat toplayıp, bu istihbarat Türk devletinin gerillaya karşı saldırılarında kullanılırken, İsrail, Türk devletinin Kürdistan’daki sömürgeci pozisyonundan, katliamlarından habersiz miydi? Bu soruları sorarken burjuvazinin ilkesizlik ve ahlaksızlığını, ya da daha doğru bir ifadeyle tek ahlakının ve ilkesinin çıkarları olduğunu da unutmamak gerekir. O yüzdendir ki Erdoğan ve Netenyahu doğru söylüyor. İkisi de faşist Hitler’in mezarından gururla baktığı, pratikleriyle (Hitler)adını yaşattıklarından dolayı minnetdar olduğu; burjuvazilerinin faşist, soykırımcı, kadın düşmanı, işçi- emekçi düşmanı temsilcileridirler.
Faşist şefin neo-Osmanlıcı politikaları ile siyonist Netenyahu’nun Arz-ı Mevud hayalleri çakışmaya başlamıştır. Ama, bu çakışma sahasına değinmeden önce Faşist şef Erdoğan’ın 2018 yılında BM genel kurulunda ilan ettiği işgal haritası ile, Netenyahu’nun Aksa Tufanı’ndan sonra aynı kürsüde gösterdiği işgal ve soykırım haritasını da hatırlayalım.
Zira bu haritalar, Arz-ı Mevud’un Osmanlı topraklarında olduğu ya da bir başka deyişle, Arz-ı Mevud’da yeniden Osmanlı hakimiyeti kurulmak istendiği anlamına geliyor. Yani, her iki işgalci ve sömürgeci burjuva devletin, arasında kalan; Kürt, Süryani, Arap ve Ermeni halklarına ait olan, üzerinde hak iddia ettikleri topraklar kavga sebebidir. Çatışmaları, ne Kürdistan halkı ne de Filistin halkı içindir. Kürdistan’ın yer altı ve yer üstü zenginlikleri, jeo-stratejik konumu, Ortadoğu’nun geleceğinin belirlenmesindeki güncel önemi, onu faşist Türk burjuvazisi için vazgeçilmez kılarken, bu vazgeçilmezlik İsrail’in elinde bir koz oluyor. Türk devletinin varlığını Kürdistan’ın bir yarısı üzerinde inşa etmiş olmasına benzer şekilde, Siyonist İsrail’ de varlığını Filistin toprağı üzerinde inşa etmiştir. Buradaki vazgeçilmezlik ve politik islamcılık bağlantısı da Türkiye’nin elinde bir koz oluyor. Bu durumda emperyalizmin iki Ortadoğu sefiri farklı ağırlıktaki kozlarla karşı karşıya bir siyaset yürütüyor.
Karşılıklı gerilimin tırmandırıldığı bu süreç bir çatışmaya evrilebilir mi? Bu soruya kestirmeden “hayır” demek doğru olmaz. Ancak İran-İsrail savaşının bile belli bir kontrollülük seviyesini koruduğu göz önünde bulundurulursa, bu gerilimin nereye varabileceği görülebilir. Erdoğan ve Netenyahu, kendi iç politikalarını, kitleleri konsolide edebilmek için bir savaş çıkartabilir. Bunun için birileri “birkaç füze” fırlatabilir. Ama bu, (bu günden bakıldığında) düşmanlıkla tanımlanabilecek, birbirini imhaya dönük bir savaşa dönüşmez. İrade sınamaktan irade kırma aşamasına geçmez. Zira ABD emperyalizminin ve emperyalist küresel sistemin bu iki devlete de hala ihtiyacı vardır. İsrail’in ABD için önemi bakidir. Ancak Türkiye de küresel sistemin bölgedeki en önemli halkasıdır. Bu egemenler cephesi bakımından böyledir. Ezilenler cephesi bakımından ise, Filistin ve Kürdistan halklarının mücadele birliğinin önemi gün be gün artmaktadır. İsrail siyonizminin Gazze’de gerçekleştirdiği soykırıma (geç de olsa) küresel çapta tepkiler artmaya başlarken, Türk sömürgeciliğinin Kürdistan politikası ise halk nezdinde bir karşılık bulamamaktadır. Kürt halkı, her şeye ve herkese rağmen kimliğini ve varlık hakkını korumakta ısrarcıdır. Bir yanda her şeyiyle toplumu çürütmeye çalışan kapitalizm, dünyayı yıkımın eşiğine getirirken, diğer yanda umut tohumları filizlenmeye başlıyor. İşte bundan dolayı “ya sosyalizm ya barbarlık” parolası, bu gün daha gür haykırılmalıdır ve zafere hazır olunmalıdır!