Ahmet Polad
Kökleri Orta Asya’ya dayanan Türk halkı bin yılı aşkın bir zamandır (Orta Doğu) coğrafyamızda yaşar. Etnik-Tarihsel olarak bakıldığında, Türkler köklerini Göktürk, Saka, Hun gibi proto-Türk kavimlere dayandırır. Günümüzde, Orta Asya’dan Balkanlara değin uzanan geniş bir coğrafyada farklı ulusal kimliklerle yaşayan Türkler, çeşitli örgütlenmelerle Türklük bilinçlerini korurlar; kültürel olarak örgütçü- devletçi bir halktırlar. Devlet kavramı, tarihsel uğrağına göre farklı içerikler kazansa da Türkler bulundukları coğrafyalarda örgütlü ve saldırı- savunma pozisyonunda yaşamışlardır. Bu, bozkırın yasası gereği böyle şekillenmiştir. Neredeyse tüm destanlarda; Türkler, düşmanları tarafından yok edilmekten kurtulur ve sonuçta “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur”.
Tüm bu tarih Osmanlı gibi bir imparatorluğun yıkılışı trajedisiyle ele alındığında, uluslaşma sürecindeki Türk burjuvazisi için “Allahın lütfu” koşulları oluşmuş olur. Türk burjuvazisi, kitleleri korku sarmalına alarak devlet kutsiyetiyle örülü bir şövenizm yaratır. Çocukluktan itibaren insanları Türk burjuva devletinin kutsal olduğuna, her Türk’ün mutlaka devlete biat etmesi ve sadakatle bağlı kalması gerektiğine inandırır. Burjuva Türk devletine sadakatle bağlı olmayan kişi zaten Türk değildir. Ya “Ermeni dölü” ya “hain Kürt” tür. Bu, kişinin etnik kimliğinden bağımsız olarak böyledir. Sonuçta, var olan Türklük korunarak, yeni bir “Türk” tanımlaması yapılır. 1982 faşist darbe Anayasası’nın 66. Maddesi bu işi üstlenir; “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” Ama Bulgaristan veya Kırgızistan Türk’ü de “soydaşımız, kardeşimiz” dir. Irak’daki ve Suriye’deki Türkmenlerin korunması “bizim kardeşlik görevimizdir”.
Burada, Türklük tanımında çok yönlü bir sorun açığa çıkar. Faşist Türk burjuvazisi ve kalemşorları hem tüm dünyanın Türk olduğunu, medeniyeti Türklerin yaydığını iddia eder. Hem de dünyanın çeşitli bölgelerindeki “soydaşlarını” sahiplenir. Yani bazılarını Türklüğün dışında bırakır. Bu hikayeyi fazla uzatmamıza gerek yok aslında; açıktır ki Türk burjuvazisi, bu tarihsel- etnik bağı sermaye çıkarları doğrultusunda kullanır. Irak ve Suriye’deki işgalci-sömürgeci emellerine alet eder yoksul Türkmen halkını. Avrupa’da küçük de olsa bir pazar alanı bulur Bosna ve Kosova’daki “Osmanlı mirasıyla”. Uygur halkı, Çin’le pazarlık masasındaki konularından biri olabilir; pazarlıkta değerlidir, sonrasında en fazla ucuz iş gücü… Onun için “soydaşlık”, emperyalistlik hayallerinin kaldıracından daha öte birşey değildir.
66. maddenin tanımladığı Türk’lük ise hepten saçmalıktır. Yukarıda da tanımladığımız üzere, zaten tarihsel olarak var olan; dili, tarihi, kültürü ve ekonomisiyle bir tanıma kavuşmuş olan Türk’lük, yeniden tariflenir. Hem de bu tarif, yine dili, toprağı, tarihi, kültürü ve hemen her şeyiyle farklı olan Kürt ulusunun inkarı üzerine kurulur. Sömürgeci cumhuriyet tarihi boyunca varlığı red edilen inkar, bu gün kabul edilir düzeye gelmiştir. Yani bu gün kabul edilen ve ettirilmeye çalışılan, Kürt ulusu değil, ulusun inkarıdır. Yeni bir biçime büründürülmek istenen inkar, egemen Türk şovenizmi tarafından “eşitlik” güzellemelerine tabi tutulur. Biz varlığımızın red edilmesine karşı çıkarken, onlar bize “diğer kölelerle eşit” olduğumuzu hatırlatır. Oysa biz, öncelikle burjuva kölelik hukukunuzu ve bu hukuktaki eşitliği red ediyoruz. Tam hak eşitliğinin kurulabilmesi için adaletin sağlanması gerektiğine inanıyoruz. Biz bu topraklarda kök salmış, Türk ulusundan ayrı bir ulus olarak varlığını korumuş bir halkız. Türk halkının Türkiye’deki varlık hakkına veya Türk’lüğüne dair hiç bir tartışmamız yok. Aksine Türk ve tüm Türkiyeli halkların, proleteryanın ve kadınların mücadelesini kendi mücadelemiz olarak görüyoruz. Bu anlamıyla sosyalist yurtseverler, sonuna kadar Türkiye ve Kürdistan proleteryasının mücadele birliğinden yanadır ve Birleşik Devrim’i savunur.
Artık Mızrak Çuvala Sığmaz
Ancak faşist Türk burjuvazisi, Kürt halkının varlığını kabul ettirmek ve eşit yurttaşlık temelinde geliştirmek amacıyla bulduğu çözümleri demagok ustalığıyla halklara sunar. Sokaklara bir “Türkiyelilik” tartışması indirir. Kürt halkının demokratik öncüsünün bulmaya çalıştığı burjuva çözüm önerilerinden biri olan “Türkiyelilik” formülünü buradan boşa düşürür. Oysa Türk, zaten Türktür ve devlet onun burjuvazisinindir; Kürd’ün eşit tanımlaması yoktur. Lozan’da emperyalistlerle varılan anlaşmada Kürt’ün varlığı inkar edilmiştir.
Bu söylendiğinde ise, hemen oradan bir sosyal şoven “biz Lozan’ı tartıştırmayız, ülkemizi böldürmeyiz” diye fırlar karşımıza. Böldürtmediği ülke, yıktırtmadığı devlet; sömürgeci, işgalci, kadın düşmanı, homofobik, ekokırımcı, talancı, faşist, emperyalizmin işbirlikçisi burjuva Türk devletidir. Bu bize yanlızca kendilerini komünist, sosyalist, ilerici olarak tanımlyan, TKP-SOL P. vb’lerinin riyakar sosyal şovenler olduğunu gösterir.
Sonra kendilerini “aydın” olarak tanımlayan çok bilmiş profesörler çıkar karşımıza. Dilinden kültürüne, her şeyiyle ayrıştığı Türk’lüğü üstün ırk ilan eden, halklarımızı “hırt”, “alt tür” olarak tanımlayan, insan demeye insanlığımızın zedelendiği “profesörler”. Bunların, anadolunun yoksul Türk emekçisiyle alakası yoktur, burjuva-beyaz Türklüğün savunucusudurlar. Bunun için işlerine geldiğinde Kürtleri, 66. Madde’nin ve Türklüğün dışında bırakabilirler. Kürd’ün hakları konusunda en geri söylemlere bile cepheden karşı duran sosyal şovenlerin, bu ırkçı- faşistlere dair tek bir söz söylememesi de dikkatten kaçmamalıdır. Bütün bunlar, 66. Madde savunusunda, Türk burjuva cumhuriyetinin korunması konusunda birleşik bir cepheyi oluşturur.
Tıpkı çıkarları gerektirdiğinde dünyanın herhangi bir yerinde Türk bulabildikleri gibi, parçalanmış ve bölüşülmüş bir sömürge olan ülkemizin talanını sürdürmek için, varlığımızı inkarı ve bizi Türkleştirmeyi sürdürmek istiyorlar. Ancak artık mızrak çuvala sığmaz. Bizim dışımızda bir Türklük vardır ve Kürt işçi- emekçileri, kadınları yalnızca ve yalnızca eşitlik zemininde bu Türklükle yanyana gelebilir. Biz, şovenizmin yaratmış olduğu ilizyon kırıldığında, Türkiye emekçileri hipnoz halinden çıktığında; kurtuluşlarının Kürdistan’ın kurtuluşuyla mümkün olduğunu göreceklerine inanıyoruz.
Bunun için, Kürdistan işçi sınıfının ve emekçi kadınların sesi olarak, Türkiye proletaryasına kendimizi daha iyi duyurmalıyız. Kürdistan proletaryasına sosyalist yurtseverlik bilincini taşıdığımız gibi, Türkiye proletaryasına da sesimizi duyurmakla yükümlüyüz. Kürdistan’da sömürgeci olan, Türkiye’de barajları, doğayı ve en önemlisi emeğinizi sömüren, talan eden burjuvazidir. Düşmanımız da, kurtuluşumuz da, çıkarlarımızda birdir, birliktir. Kürt ulusu gibi Türk ulusu da vardır. Ve her ikisinin de gerçek kurtuluşu; tam hak eşitliğine dayalı, Türkiye ve Kürdistan Halk Cumhuriyetleri Birliğini Kuracak olan Türkiye- Kürdistan Birleşik Devrimi’ndedir. Tek gerçek çözüm yolu sosyalizmdir!