Kürt halkının ve bölge halklarının özgürlüğü için savaşan ve sömürgeci Türk devletinin saldırıları sonucunda şehit düşen Nurettin Sofi ve Koçero Urfa yoldaşları sevgi ve saygıyla anıyoruz.
Nurettin Sofi ve Koçero Urfa yoldaşlar, Rojava devriminin toplumsal inşası ve askeri savunmasında öncü rol oynadılar. Halkların birleşik devrimini inşa etmek için büyük emekler ortaya koydular. Ve Rojava devriminin kalbinde yaşayacaklar.
Rojava devrimi, büyük kahramanlıklar, fedakarlıklar ve mücadelelerle inşa edildi. Belli bir aşamada sadece Kürtler için değil, bölgenin tüm ezilen halkları için umut olmayı başardı. Kürt-Arap halklarının demokratik zeminde inşa edilen ittifakı, Rojava devriminin en stratejik kazanımı oldu. Elbette Süryani, Asuri, Ezidi, Ermeni, Dürzi, Türkmen, Çerkes, Alevi, Müslüman ve Hristiyanlar da bu ittifakta yer aldı. Birbirinden koparılmış, yabancılaştırılmış, düşman edilmiş halkların eşit ve özgürce bir arada yaşama deneyimi için çok kıymetli bir örnek oluştu. Kapitalizmin bölüp parçaladığı ve emperyalizmin üzerine tahakküm inşa ettiği bu somut gerçekliğin değişimi, aynı zamanda birleşen halkların güç ve iradesinin tarihsel rolünü de bir kez daha ortaya koydu. Ortadoğu, başını ABD ve Çin’in çektiği emperyalist bloklar arasındaki hamlelerde önemli bir rol oynuyor. Ve bölgenin tam ortasındaki Suriye ve Rojava’da ortaya konulan bu halklar ittifakının süreçteki rolü son derece önemlidir.
Mayıs sonunda Qamışlo’da gerçekleşen Kürt Ulusal Birlik ve Ortak Tutum Konferansı tarihi bir adımdı. Ağustos başında Heseke’de “Birlikteliğimizi güçlendiren çeşitlilik ve yarınımızı inşa eden işbirliği için hep birlikte” sloganıyla ve 500 temsilcinin katılımıyla Kuzey ve Doğu Suriye Bileşenleri Ortak Tutum Konferansı gerçekleştirildi. Bu konferans, halkların ve inançların birleşik iradesini ortaya koyması bakımından yeni bir irade beyanıdır.
HTŞ iktidarının ve destekçisi sömürgeci Türk devletinin temel hedeflerinden birincisi Kürt ve Arap ittifakını bozmaktır. Bu ittifakın bozulması demek hem Derazor, Rakka ve Tabqa kentlerinin HTŞ’nin yönetimine geçmesine, hem de Özerk Yönetimin güneyden cihadist HTŞ ve kuzeyden ise sömürgeci Türk devleti tarafından kuşatılarak boğulması için imkan demektir. Bir Arap Cumhuriyeti inşa etmekten bahseden HTŞ lideri El Colani, Arap halkını ikna edememiştir. Ocak-Şubat aylarında bazı aşiretler arasında dalgalanma olmuş, Rakka’daki provokasyonlarla Arap halkı Özerk Yönetime karşı ayaklandırılmaya çalışılmıştı. Ama sonuç alınamadı.
Emperyalist tutum ve halkların devrimci iradesi
ABD emperyalizminin Ortadoğu’da iki dayanağı vardır. Biri İsrail ve diğeri de Türkiye’dir. Bu iki devletin Suriye’de karşı karşıya gelişleri her ikisinin de yayılmacı stratejileri ve bölünme korkularının kesişmesidir. Her ikisi de temkinli hareket etmektedir. Fakat siyasi ve askeri gerilim tırmanmaktadır. Ama bu gerilim birbirlerine silah doğrultacak bir düzeye gelmeyecektir.
İsrail devleti, tıpkı Hitler’in Stalingrad’ta yaptığı gibi halkı açlıkla teslim alma stratejisi güdüyor. Faşist Erdoğan, Filistin’i yok etme ve Gazze’yi insansızlaştırma taktiğine karşı sözde tepki gösteriyor. Ama İsrail ile ticareti sürdürüyor. Akdeniz’den İsrail’e silah ve lojistik taşıyan gemilerin geçişine izin veriyor. Yani tepkisi sözdedir. Caydırıcı değildir. Zaten böyle bir niyeti de yoktur. “Vicdansızlık” nutukları ise halkın vicdanını maniple etmekten başka bir içeriğe sahip değildir.
ABD’nin Suriye politikasını; özelde Şam-Özerk Yönetim arasındaki ilişkide pozisyonunu Türk devleti ve El Colani’nin kalıcılığı üzerine kurduğu görülüyor. Sömürgeci Türk devleti, Özerk Yönetimi bekası ve sömürgeci yapısı bakımından çok büyük tehlike olarak görüyor. Bu nedenle de Rojava’nın ideolojik, siyasi ve askeri karakterinin tasfiye olmasını ve Şam hükümeti çatısı altına girmesini dayatıyor. Özerk Yönetim’in ademi merkeziyetçi demokratik bir Suriye’de ısrar etmesi, Türk devletinin savaş ve işgal tehditleriyle karşılaştı. Türk devletinin Türk-Kürt-Arap ittifakı dediği “süreç”ten anladığı, Kürtleri teslim almaktır. Faşist Türk devletinin tarihine baktığımızda da bunu görürüz.
Türk devletinin inşa süreci aynı zamanda halklara katliam sürecidir. Ermeniler katledilmiş ve yerinden sürülmüştür. Kürtler katliamdan geçirilmiştir. Aleviler katledilmiştir. Seyfo katliamı ile Süryaniler kıyımdan geçirilmiştir. Rumlar yerlerinden edilmiş ve mallarına el konulmuştur. Türk devleti işte bu yıkımın üzerinde kurulmuştur. Türk devleti, kuruluşu sürecinde Türk-Kürt ittifakından bahsetmiş ve 1921 Anayasası’nda Kürtlerin varlığını tanımıştı. Ama inşa sürecinde Lozan Anlaşması gibi kritik eşikler aşılınca, Kürtlerle ittifakı bozmuş ve katliamlara girişmiştir.
Şimdi de aynı şeyi HTŞ yapmaktadır. Kendisine karşı duracak farklı halk ve inançtan iradeleri tasfiye etmek istiyor. Alevilere yönelik katliam, Süweyda’da yaşananlar bunun güncel örnekleridir.
DAİŞ devlet kurmak için Irak’tan Şam’a doğru yöneldiğinde de aynı şeyi yapmıştır. Halkları boğazlayarak yol almaya çalışmıştır. Eğer Kobanê’de durdurulmasaydı başta Kürtler olmak üzere bölgedeki tüm halklar, bugün Alevilerin ve Dürzilerin yaşadıklarından daha şiddetli kıyımlar yaşayacaktı. Yani HTŞ’nin karakteri DAİŞ’in karakteridir. Dün devletleşememiş olan DAİŞ, bugün emperyalistlerin Türkiye ve Suudi Arabistan ve Katar devletlerinin desteği ile devletleştirilmek istenmektedir. Sözde DAİŞ’e karşı kurulmuş Koalisyon bugün kravatlı DAİŞ’in yanında saf tutmuşlardır. Açık ki emperyalistlerin derdi cihadist DAİŞ, HTŞ veya El Kaide değil. Onlar için önemli olan sadece kendi emperyalist çıkarlarıdır.
Rojava devrimimizin, Demokratik Özerk Kuzey ve Doğu Suriye’nin yegane dostu ve uzun yol arkadaşı bölgedeki ezilen halklardır, devrimcilerdir. Tam bu gerçeklik üzerinden Ortak Tutum Konferansına baktığımızda, halkların varlığı ve demokratik birliği için hayati önemi görülebilir.
Ortak Tutum Konferansı’nın tüm bileşenlerinin ama özellikle Alevi ve Dürzi şeyhlerinin mesajları önemlidir. QSD’nin varlığı ve özsavunmanın kesinlikle korunması görüş açısı aynı zamanda somut bir deneyimden çıkarılan büyük bir derstir. Eğer sömürgeci Türk devleti ve çeteleri, Tişrin’de durdurulmasaydı, bugün daha büyük bir savaş ve işgal yaşanacaktı. Silahlanmış ve ordulaşmış bir halk, işgalci saldırganlığa geçit vermemiş Özerk Yönetim topraklarını ve halkını korumuştur. Halk ordusunun gücünü daha fazla arttırmak, teknik düzeyini yükseltmek, halkın örgütlülüğünü güçlendirmek, komün ve meclislerde halkın özneleşme düzeyini geliştirmek günün en acil görevidir.
Tarih ve güncel gelişmeler bize, özsavunması olmayan bir halkın ne masada ne de sahada bir gücünün olmayacağını gösteriyor. Örgütlenmek, özsavunmamızı büyütmek, eşit ve özgür bir yaşam için mücadeleyi büyütmek için sosyalist yurtseverler bu dönemi tam bir örgütlenme seferberliği olarak ele almalıdırlar. Yeni savaşlara hazır olunmalıdır. İdeolojik kararlılık, devrime bağlılık ve halka güven sürecin en önemli görevidir.