MLKP Kürdistan Örgütü’nden Armanc Şoreş, politik süreci sitemize değerlendirdi. Kürdistandaki süreç, Rojava devriminin durumu ve devrimi bekliyen tehlikeler, İmralı’daki görüşmeler süreci ve meclis komisyonu, Rojava Kadın devrimi ve devrimin savunulması hakkındaki değerlendirmeleri dört bölümde sizlere sunuyoruz.
1.Bölüm
Öncelikle yayın hayatına başlayan kurdistanazad.com sitesinin kuruluşunu kutluyorum. Kürdistan’ın özgürlük mücadelesinin basın-yayın alanındaki temsilciliğini yapmaya aday olan bu girişimi yürekten selamlıyorum. Kürdistan’ın özgürlüğü için yola çıktığınızı söylüyorsunuz; bu yolda sizlere büyük başarılar diliyorum. Tüm ezilen halkların devrimci kürsüsü olacağınıza inanıyorum. Görüşlerimizi iletmemize imkân verdiğiniz için ayrıca teşekkür ediyorum. Tişrîn’deki direnişin sesini dünyaya duyuran Nazım Daştan, Cihan Bilgin ve Egîd Roj’u bir kez daha anıyorum. Kürdistan’da basın emekçisi olmak, ateşten bir gömlek giymektir. Ateşe değmekten korkmayan siz basın emekçilerini de cesaretinizden dolayı kutluyorum.
Burjuva Türk devleti ve onun faşist şefi Erdoğan ve Bahçeli kliği Kürt ulusal sorunun çözebilir mi, Türkiye’yi demokratikleştirebilir mi? Ne tür adımlar atabilir, sınırlarını ne kadar zorlayabilir?
Bu sorunuza yanıt verebilmek için Türk devletinin kuruluş sürecine gitmek gerekir.
Bildiğiniz üzere 1. Emperyalist paylaşım savaşının ardından Osmanlı İmparatorluğu dağıldı. Araplar ve Trakya’nın önemli bir kısmı koptu. Elde kalan birçok yer ise emperyalistler tarafından işgal edilmişti. Kuvayi Milliye’nin komutanlarından Mustafa Kemal önderliğinde bir ulusal kurtuluş savaşı başlatıldı. Mustafa Kemal biliyordu ki Kürtlerle ittifak kuramazsa işgalcileri kovamayacak. Kürtlerin Osmanlı döneminden kalan özerklik alanlarının korunması ve kolektif hakların sağlanmasını yeni Anayasa’da güvenceleyen bir zeminde anlaşma sağlandı. Böylece bu ittifak 1921 Anayasasında özerklik olarak ifadesini buldu. Ancak bu geçici bir durumdu. Yeni uluslaşma sıkı bir merkeziyetçilik ve tam hakimiyeti dayatıyordu. 1924 anayasası ile özerklik ortadan kaldırıldı. Buna karşı direnen Kürtler katliama uğradı. İnkâr ve asimilasyon başlatıldı. Tek ulus, tek dil, tek devlet, tek bayrak yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî ideolojisi haline geldi. Türk devleti hem faşist hem de sömürgeci karakterini bugüne kadar da tahkim ederek devam ettirdi.
Rojava devrimi, Haziran ayaklanması, özyönetim direnişleri, Türkiye ve Kürdistan devrimci, ilerici hareketi arasında yeni ittifaklaşma zemini ve birleşik devrim, birleşik önderlik imkânı sömürgeci Türk devletini panikletti. Adeta dipten gelen bir dalgayla karşı karşıyaydı. İktidarın yeniden tahkim edilmesi gerekiyordu. Fetullah Gülen hareketi tasfiye edildi. MHP yeni iktidarlaşma sürecinin ortağı oldu. Faşist diktatörlük, tek adam diktatörlüğüne “daraldı”. Büyük bir tasfiye harekâtına girişildi. Bilindiği gibi HDP eş başkanları, vekilleri, belediye başkanları tutuklandı. Demokratik kitle örgütleri kapatıldı. Tv ve radyolar susturuldu. Binlerce insan gözaltına alındı, fişlendi, tutuklandı. MSA’ya yönelik askeri saldırılar işgal düzeyine geldi. Efrîn, Girê Spî ve Serikaniyê işgal edildi. Devrimci, komünist, yurtsever onlarca öncü kadroya suikast düzenlendi. Bakurê Kürdistan’da her tarafa kalekollar yapıldı. Büyük bir ekokırım gerçekleştirildi. Bakur’un hammadde kaynakları bir kez daha Türk sömürgecilerinin istilasına uğradı. İktidardan nemalanan Cengiz, Kalyon şirketleri Kürdistan’ın her yerine çöreklenmeye başladı. Patronlar örgütü MÜSİAD “terörsüz Türkiye” toplantısı yaparak sürecin iktisadi imkanlarını, sömürgeci sermaye düzeni bakımından tartıştı. Güney Kürdistan ve Irak kapitalist pazarlarının “terörden arındırılmış” Bakur ve Türkiye pazarlarına bağlayacak yeni planlar yaptı. Askeri, iktisadi, kültürel olarak imha, inkâr ve asimilasyon politikalarını devreye soktu. İdeolojik dönüştürme planının iktisadi ayağı olarak rolünü belirledi.
Aynı Türk devleti, burjuva muhalefet sahasında konumlanan ve faşist Cumhuriyetin kurucu Partisi olan CHP’ye yönelik 19 Mart’dan itibaren tam bir kuşatma ve tasfiye etme ve teslim alma saldırısı başlatmış durumda.
Türk devletinin kuruluş kodları değişmedi
Yani böyle bir Türk devletinden bahsediyoruz. Türk devletinin kuruluş kodları değişmedi. Türk devletinin tarihi askeri darbeler tarihidir. Ve her darbe Türk devletinin faşist karakterini biraz daha koyulaştırmış, ideolojik konseptini en gerici, en militarist düzlemde tahkim etmesinin aracına dönüştürmüştür. Türk devleti tarihinde hiç demokrat olmadı. Büyük mücadelelerle elde edilen kazanımlar için her defasında yeniden yeniden savaşılmak zorunda kalındı. AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllarda Şiwan Perverle konser yapması, Kürtlerden bahsetmesi, Dersim katliamından dem vurması stratejik bir değişiklik isteği değil, yeni iktidarlaşma sürecinde zaman kazanma ve ittifak arayışında olduğu kısa sürede açığa çıktı. Kürt ulusal mücadelesine, Kürdistan’a en büyük saldırılar AKP’nin iktidarı döneminde yaşandı.
Peki ne oldu da düne kadar elinde urganla gezen faşist Bahçeli Ekim ayında “eğer PKK kendini fesih edecekse Öcalan gelsin mecliste konuşsun, umut hakkı da dahil verilsin” dedi. Devlet Bahçeli, devlet aklı ile konuştu. Emperyalist ABD ve Çin bloğunun arasındaki rekabetin şiddetlendiğini, ABD’nin Ortadoğu’da hamle üstünlüğünü ele geçirdiğini, özellikle Suriye’de Rusya-ABD arasındaki çelişkilerden yararlanma marjının ortadan kalkmakta, İsrail’in askeri, siyasi etki alanının genişlemekte olduğunu gördü. Esad’ın gidici olduğu belli oldu. Diğer yandan AKP-MHP faşist iktidarının toplumsal rıza üretme marjı daraldı. Devlet halk arasındaki çelişkiler derinleşti. İktidarını korumak için yeni ittifak arayışına girdi. CHP son seçimlerde önemli bir başarı elde etmiş ve parlamenter yoldan hükümet olma gücü kazanmıştı. Bu koşullarda kendi istediği düzlemde CHP ile ittifaklaşamazdı. CHP güç kazanmış ve koltuk değneği olmaya rıza göstermeyecek bir pozisyona gelmişti. Hem iç hem de dış cephenin tahkimatında en elverişli güç Kürt ulusal hareketi, PKK’ydi. Böylece hem iktisadi hem de siyasi olarak kazançlı çıkmayı hedefledi.
PKK, yıllardır NATO’nun ikinci büyük ordusuna karşı savaşmış, direnmişti ama savaşta pata durumuna gelinmişti. PKK, yıllardır kahramanca direnmesine rağmen verili durumu stratejik olarak değiştiremeyeceğini gördü. İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırımcı saldırıları karşısında burjuva devletlerin sessizliği ve halkların mücadelesinin ise bunu durduracak güçte harekete geçemeyişi İsrail’in barbarca saldırılarına adeta meşruluk kazandırdı. İsrail’in bu barbar, katliamcı, soykırımcı saldırısı Türk devletinin Kürdistan’a yönelik saldırıları adeta bir perspektif niteliğinde. PKK’de bunu gördü. Devlet Bahçeli’nin çağrısı ve Öcalan’ın bu çağrıya cevabının iklimini böyle tarif edebiliriz. Yani Türk devleti “bizim bir Kürt sorunumuz var bunu çözmeliyiz” diye adım atmadı. Türk devleti “bizim bir ‘terör sorunumuz’ var. Bunu bir hal yoluna koyalım “dedi. Yani çıkış noktası Kürt sorununa çözüm ya da demokrasi değildir. 2013-14 yılında yürütülen müzakere sürecinde de görüldü ki AKP iktidarı Kürt sorununu çözmek gibi bir niyetle hareket etmiyor. Bugün de aynı noktadadırlar. Bugün konjonktür farklıdır. Ama AKP’nin Cumhuriyetin 2. Yüzyıl tahayyülün de çözüme kavuşturulmuş bir Kürt sorunu değil, Kürtlerin ulus bilincinin tarumar, silahlı mücadeleyi tasfiye, Kürtleri bireyler olarak sömürgeci sisteme entegre etmek.
Yozlaşma Ve Çürüme Daha Da Artacaktır
Tekrar sorunuza dönecek olursam. Faşist sömürgeci Türk devleti Kürt ulusal sorununu en geri noktadan burjuva temelde çözme yoluna girebilir. Devletin yönetiminde, denetiminde ve onun belirlediği çerçevede bir çözüm arayışı olduğu belirginleşti. Meclis çatısı altında bir komisyon kuruldu. Fakat meclisin kendisi tartışmalı. Faşist şeflik rejiminde yasama-yürütme ve yargı erki Erdoğan ve şürekasında toplanmış durumda. Herhalde Türk devletinin kuruluş yıllarını dışta tutarsak meclis hiç bu kadar etkisiz ve yetkisiz olmamıştı. Kürt ulusal sorununun meclis çatısı altında konuşuluyor olması yine de bir adımdır. Fakat görülmektedir ki sömürgeci Türk devleti burjuva temelde bile olsa ulusal sorununun çözümüne gelemiyor. Komisyon’un kurulmasıyla İmralı müzakere masasının bir ayağı da meclise taşınmıştır. Burası tam bir kurtlar sofrasıdır. Gerek İmralı’da gerekse de meclis çatısı altındaki müzakere masasında Kürtlerin elini güçlendirecek yegâne güç örgütlülük ve sokakta olma kararlılığıdır. Ama aynı zamanda kesinlikle Türkiye halklarının her türden eylemle Kürt halkının yanında konumlanmasıdır. Bir kez daha altını çizmek isterim ki Kürt ulusu özgür olmadıkça, Türkiye halklarının üzerindeki baskı ve sömürü daha fazla derinleşecek, yozlaşma ve çürüme daha da artacaktır. Faşist diktatörlük yıllardır savaş, işgal, beka korkusu ile Türkiye halklarını teslim almak için her şeyi yapıyor. Şovenizm halklar arasında adeta zehirli bir sarmaşık. Şimdiki koşullar bu şovenizm zehrine karşı bir panzehir rolü oynayabilir. Bütün ilerici, devrimci, demokrat ve devrimci sosyalistler bunu çok iyi değerlendirmelidirler. Elbette masaya eşit şartlarda oturulmuş değildir. Ama şu da bilinmelidir ki bu sadece Kürtlerle ilgili bir durum değildir. Bu aynı zamanda halkı ve öznesiyle Türkiye halklarının da bir sorunu ve sınırıdır. Şimdi bu sınıra hücum edilmelidir. Bu aynı zamanda tarihsel bir görevdir. Biz buradan bir kez daha Türkiye halklarını, kadınları, gençleri ve devrimcileri komünistleri bu görev için harekete geçmeye davet ediyoruz.
Evet ulusal sorunların yukardan burjuva temelde çözüm imkânı vardır. Ancak halihazırda Kürt ulusal hareketinin silahlı gücü ve deneyimi, birikimi, ulusal bilincin, demokrasi bilincinin gelişmişliği, halkın örgütlenme düzeyi sömürgeci Türk devletini korkutuyor. Ama korku bununla da sınırlı değil, Araplar başta olmak üzere bölgedeki diğer halklar ve inançlarla demokratik, eşitlikçi ittifaklar geliştirmiş, toplumsal cinsiyet eşitliği bakımından cinsler arası savaşta, taktik düzeyde bir “barış” gerçekleştirmiş ve kadını kolektif olarak iktidarın ortağı haline getirmiş Rojava’da gerçekleşmiş ve Kuzey ve Doğu Suriye’ye doğru yayılmış bir devrim var. Bu devrimin öncü öznesi dört parça Kürdistanlılardır. Ama bunun içinde Bakur’un ayrı bir yeri vardır. Bütün devrim sürecinde Bakur Rojava’nın yanında olmuş, aynı zamanda genci, kadını, yaşlısı bilcümle halkının en ileri bölükleri devrimin bizzat içinde yer almıştır. Savaşta, örgütlenmede ve politikada büyük bir deneyim sahibi olmuştur. İşte bu devrim okulundan geçmiş, bilgi, bilinç ve teknikte büyük bir atılım gerçekleştirmiş bir halk ve özne gerçekliği var. Onun için burjuva çözüm zemininde de ilerleyebilmesi son derece zor görülüyor.
Peki diyelim ki Kürt sorununda burjuva temelde bir çözüm gerçekleşiyor olsun. Bu faşist Türk devletinin demokratikleşeceği anlamını verir mi? Hayır Kürt sorununun burjuva çözümü ile demokrasi arasında böyle diyalektik bir ilişki yok. Örneğin burjuva temelde inşa edilen Güney Kürdistan Federe Bölgesi Irak’ı demokratikleştirmedi.
Fakat şunun da altını çizmek gerekiyor ki; Türkiye’nin hemen her kentinde Kürtler yaşamaktadır. İstanbul adeta bir Kürt şehridir. Yanı sıra Kürdistan ve Türkiye devrimci hareketinin şekillenmesinde ortak değerler önemli bir yere sahiptir. Özellikle son 15 yıldır PKK ve Türkiye devrimci, komünist hareketi arasındaki ilişki birleşik devrim ufkunu açmış ve güçlendirmiştir. Yani ulusal sorunun burjuva çözümü değil ama bu zeminin kendisi Türkiye’de özgürlük, eşitlik ve adalet mücadelesinin büyütülmesi, şoven, milliyetçi damarın geriletilmesi için değerlendirilmelidir.
**Devlet Bahçeli ve AKP arasında bir nüans farkı olduğu görülüyor. Bunlar bilinçli rol dağılımı mıdır yoksa görüntü ve gerçek arasında bir uyum var mıdır, bunu bilemiyoruz. Ancak farz edelim ki bir nüans farkı varsa bile bunun çelişki düzeyinde olmadığı görülüyor.
Türk Devleti Korkuyor
Mecliste bir komisyon kuruldu. Türk devletinin kurduğu komisyonun amacı nedir? Bu komisyon hangi rolü üstlenebilir?
27 Şubat’tan hemen sonra 1 Mart’ta PKK Öcalan’ın çağrısına uyarak ateşkes ilan etti. Ve 12 Mayıs’ta da PKK’nin rolünü oynadığını Kürtleri inkâr zemininden varlık zeminine çektiğini, silahlı mücadelenin ömrünü tamamladığını beyan etti. Bu koşullarda PKK’yi feshettiklerini ve demokratik siyaset temelinde mücadele yürüteceklerini ilan etti. 11 Temmuz’da da Bese Hozat ve Behzat Çarçel heval öncülüğünde bir grup PKK militan ve öncü kadrosu silahlarını yakarak süreçle ilgili kararlılıklarını gösterdiler. PKK kendisini feshetti ve bir grup militan silahlarını ateşe attı ama diğer yandan PKK’de bir dağılma, panik, “eve dönüş” e hazırlık gibi bir durum ya da ruh hali açığa çıkmadı. Birincisi bu örgütlülük Türk devletini korkutuyor. Kürt halkının örgütlülük düzeyi ile Türkiye halklarının AKP-MHP faşist diktatörlüğüne karşı derin güvensizliği, ekonominin dibe vurmuşluğu, yargının iktidarın dolaysız bir sopasına dönüştüğü yerde diktatörlük korkuyor. Yani Kürt halkının hali hazırda kolektif hareket edebilme gücü ve kapasitesi Türk devletini korkutuyor. Diğer yandan “terör” hem iç hem de dış politika da dize getirmek, dizayn etmek, yayılmacı siyasetinde araçsallaştırmak için çok elverişli bir argüman. Faşist iktidarların genel olarak toplumsal rıza üretiminde milliyetçilik önemli bir rol oynuyor. Türk devleti de kuruluşundan itibaren Türkiye halklarını milliyetçilik ve ümmetçilik temelinde birleştirmeyi siyaset tarzı haline getirmiştir. Böylece yapısal krizinden yararlanarak kriz yönetimi üzerinden kendini yapılandırma imkânı elde etmiştir. Yani şimdiye kadar “terörden” beslenen esas olarak devletin kendisi olmuştur.
Komisyon başkanı Numan Kurtulmuş, komisyonun görevini “terör belasından kurtulmak” olarak tanımlıyor. Yani hala Kürtler, Kürt oldukları, ulusal hakları için mücadele etmelerinden dolayı terörist. Komisyonun başlangıç yeri burası. Yani devletin sömürgeci aklı da pratiği de tarzı da değişmiş değil. Koşulların zorlamasından çıkarılan sonuçlar nedeniyle oturulan masada özsel bir istek ve irade olmadığı çok açık ve net. Yani durum “temkinli iyimserlik” düzeyinde olmadığı gibi “bilinçli, kasıtlı kötümserlik” düzlemindedir.
Çok açık ki sömürgeci, faşist Türk devleti Komisyon aracılığıyla zaman kazanmak istiyor. Rojava’ya yönelik yeni askeri harekatlar tehdidiyle masayı kendisi için bir koz Kürtler içinde de bir süngü gibi kullanmaya çalışıyor. Ancak artık bir komisyon vardır. Ve bu masada Kürtleri temsilen bir heyette yer almaktadır.
Geldiğimiz aşamada Kürt halkının temsilcileri olarak komisyonda yer alan heyetin elini güçlü kılmak, müzakere gücünü arttırmak için Kürt halkının ulusal, demokratik kolektif haklar mücadelesini büyütmesi gerekiyor. Bugün her zamankinden daha fazla mücadeleci, kararlı, serhildan ruhunda bir sokak mücadelesi gerekiyor. Koruculuğun kaldırılması, gözaltında kayıpların faillerinin açıklanması, işkencecilerin yargılanması, TMK’nın kaldırılması, anadilde eğitim, devlet kurumlarının iki dilli olması, ekokırımın durdurulması, şehitliklere yönelik saldırıların son bulması, Rojava ve MSA yönelik işgal saldırılarının derhal son verilmesi, işgal edilen topraklardan çekilmesi ve bütün suçluların cezalandırılması, gibi bir dizi başlıkta kararlı mücadele yürütülmelidir.
Örneğin özyönetim direnişleri döneminde faşist AKP iktidarı Kürtlere yönelik topyekûn bir savaş konsepti ile hareket etmiştir. İnsanları diri bodrumlarda yakanlardan, cenazeleri günlerce sokakta ya da buzdolabında bekletenlerden hesap sorulacak mıdır? Musa Orhan gibi tecavüzcüler cezalandırılacak mıdır? Çocukları yerlerde sürükleyen, kol kıran polis ve özel harekatçılardan hesap sorulacak mıdır? Halkımız sömürgecilerden o kadar çok çekmiş ve o kadar çok acı yaşamıştır ki…Yani bırakalım Zilan’ı, Dersim’i daha dün Roboski’de yaşananlar capcanlı bir gerçeklik olarak aklımızda, yüreğimizde yaşamaktadır. Mesela Ekin Van’ın naaşının çıplak halde yerlerde sürüklenmesinin vebali kimin üstündedir? Pirsus’da 33 sosyalistin, devrimcinin, anarşistin, SGDF’linin katledilmesine dair MİT’in önceden istihbarat sahibi olduğu mahkeme tutanaklarında var. O zaman neden bu katliam önlenmedi. Önlenmek istenmediği, teşvik edildiği ve örgütlendiği bizce açıktır. Ama Türk devleti bu suçlarının hesabını verecek mi?
Elbet hesabı görülecek çok acısı var halkımızın. Buna rağmen halkımız, adil ve onurlu barıştan yanadır. Geçmişini unutmayacaktır, fedakârlık yapmaya hazırdır. Halkımız onurludur. Onursuz bir barışı asla kabul etmeyecektir.
Türkiye işçi ve emekçileri ise Kürt sorunun demokratik çözümü, eşitlik temelinde kardeşliğin inşa edilmesi için harekete geçmelidir. Eşitlik ve özgürlük mücadelesini büyütmelidir. Komisyondan beklentiden ziyade komisyon üzerinde halkın baskısı ve basıncı örgütlenmelidir. Bir kez daha şunun altını çizmek isterim ki bütün masaların arkasında, altında, üstünde büyük mücadeleler vardır. Ancak hem Kürt ulusunun topyekûn ama özellikle işçi ve emekçilerinin, Türkiye işçi ve emekçilerin iki koldan Komisyon üzerinde oluşturacakları baskı ve kuşatma son derece önemli olacaktır. Bu dönemin en tehlikeli özelliği mücadelenin yerinin salt diplomasiye bırakılması olur.
Komisyondan her bileşenin beklentisi ve yüklediği işlev elbette farklıdır. Kürt ulusunun, işçi ve emekçiler bakımından Komisyon, ulusal haklarının tanınması için mücadele ve müzakere araçlarından biri olmasıdır. Ama biriciği değildir.