2. Bolüm
Ulusal soruna yönelik dünden bugüne çok farklı çözüm arayışları oldu. Son dönemde sayın Abdullah Öcalan’ın “ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır” tespiti var. Öcalan’ın geliştirdiği bu paradigmanın özellikle Bakurê Kürdistan’da uygulanma şansı var mı?
Emperyalizmin küreselleşme evresinde sermayenin dünya genelindeki hareketi çoğalmış, sermaye ve üretim süreci için dünya bütünleşik bir Pazar halini almıştır. 2000’li yıllarda artık ulus devletlerin yerini çok uluslu şirketlerin iktidarının aldığı tartışması popüler bir tartışmaydı. Dünyanın sermaye için bütünleşik bir Pazar olmasıyla ulus devlet varlığı arasında elbette bir çelişki olduğu doğru. Evet sermaye önündeki tüm sınırları yıkmak, kaldırmak istiyor. Ama aynı sermaye devlete de (kapitalist devlete) ihtiyaç duyuyor. Çünkü devlet aynı zamanda geniş bir toplumsal kuvveti konsilde ediyor, sermayeyi koruyor, sermaye için savaşıyor, önündeki engelleri aşmasında en temel dayanağı oluyor, yani işlevli. Çok uluslu şirketler ve bağlı kuvvetler bu rolü oynayamaz. Sermaye için hali hazırda ulus devletler işlevselliğini yitirmiş değil.
Dünya genelinde kapitalizmin varoluşsal krizi koşullarında toplumsal hareketleri ezmek ve parçalamak için en gerici rejimlere ihtiyaç duyuluyor. Faşizmin en güçlü dayanağı milliyetçilik, ırkçılıktır. Avrupa’da, Asya’da faşist partiler yükselişte. Bir yandan ulus devletlerin ömrünü tamamladığı doğru. Eğer kapitalizmin varoluşsal krizi ve sosyalizmin güncelliğinden de bahsedeceksek ki bahsetmeliyiz. Bu demektir ki devletin aşılmasının da zamanı gelmiştir. Ancak böyle bir sürece ancak devrimle girilebilir. Ve oradan sosyalizme doğru yol alarak aynı zamanda devletten devletsizliğe geçilebilir. Hatta o zamana kadar devlet var olmaya devam edecektir. Devletin kökeninde özel mülkiyet vardır. Özel mülkiyetin sermayeye dönüşmesi vardır. Yani sermaye düzeni var oldukça istek ve arzudan ayrı olarak devlet olacaktır. Peki diyelim ki devlet var ama ulus devletler miadını doldurmuştur. Hayır bu da geçerli bir tez değil. Her şeyden önemlisi kapitalist sömürgecilik, mali sömürgecilik devam ediyor. Türk devleti, Arap devletleri, Yunan devleti, Azeri devleti, Ermeni devleti var. Dünya bütünleşik pazarına bakarak, çok uluslu şirketlere bakarak ulus devletlerin aşıldığını söylemek doğru değil. Dediğim gibi çelişkidir. Ama kapitalizmin kendisi zaten çelişkiler toplamıdır.
Ulus devlet tarihe karışmamıştır. Bütün ulusların tam hak eşitliği temelinde kendisini var etme hakkı, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı güncel bir sorun ve güncel bir mücadele konusudur. Tüm uluslar eşit haklara sahip değildir. Kürt ulusunun Türk devletine pozitif, demokratik entegrasyonu yolundan Kürt sorunu nasıl çözülecek? Şimdilerde entegrasyon aynı zamanda karşılıklı dönüşmek biçiminde açımlanıyor. Peki bu dönüşüm nasıl olacak? Mesela Türk devleti dönüşerek Kürt ulusuyla tam hak eşitliği düzlemine mi gelecek. Yani Türk ulusu ve Kürt ulusu eşit haklara sahip iki ulus olarak tanımlanacak mı?
Bin yıllık Türk ve Kürt kardeşliğinden bahsediliyor ama Anayasanın ilk dört maddesi,42. Ve 66. Maddelere dokunulamayacağı, bunun kırmızı çizgi olduğunun altı çiziliyor. Bahse konu olan yasalar inkârcı sömürgeciliğin anayasal çerçevesini oluşturuyor.
Eğer bir kimlik ya da kültür zora dayalı biçimde yok edilmeye çalışılıyorsa, saldırıya maruz kalanların kendi kimliğini savunması haktır. Ve bir savrulma değil varlık mücadelesidir. Elbette salt kültür ve kimlik mücadelesi de yeterli değildir. Bu mücadelenin kültürlerin ve kimliklerin eşit, özgür ve adil bir temelde bir arada yaşaması perspektifine bağlanması gerekiyor. Ancak öyle bir perspektiften hareketle bütünsel bir varlık zemini elde edilmiş olunur. Ama haklı olması için bütünsellik de zorunlu değildir.
Tekrardan söylemek isterim ki ulusal mücadele arkaik bir mücadele değildir. Kültürel soykırıma karşı mücadele arkaik bir mücadele değildir. Onun için bu görüşe katılmamız mümkün değil.
Sömürgeciliğin hüküm sürdüğü, inkâr üzerine kendini var eden bir yer de ulus ve kültür mücadelesini savrulma olarak görmek ezilenleri silahsızlandırmak, egemen ulus devletin pozisyonunu güçlendirmekten başka bir rol oynamaz.
Yüzyıldır katliamla, inkarla, katı bir asimilasyonla Kürt ulusal varlığı ortadan kaldırılmak isteniyor. Ama Kürtler ölümüne bir direnişle var olmakla kalmamış, kendini tarihiyle birlikte yeniden inşa etmiştir. Ki bunda PKK’nin, gerillanın yürüttüğü mücadelenin rolü son derece önemlidir, belirleyicidir, bu yadsınamaz.
Türk devleti, halihazırda Rojava’nın özerk yapısını dahi kendisi için tehlike görüyor. Rojava’da Kürtler özerklik elde etmesin diye her yola başvuruyor. Sürekli tehdit ediyor. Rojava’yla böyle ilişki kuranın Bakur’la ilişkisi nasıl olur? Sömürgeci Türk devleti köle Kürt istiyor. Karşısında el pençe divan duracak bir Kürt istiyor. Bu koşullarda demokratik entegrasyon nasıl olabilir. Kim için demokrasi. Açıkçası Kürtlere açılan bir demokrasi kapısı görülmüyor. Bilakis Kürtlerin büyük bedellerle elde ettiği Demokratik Özerk Kuzey ve Doğu Suriye üzerine çökmeye çalışan bir Türk devleti var. Bütün bu yaşanan gerçekliklere bakınca “barış ve demokratik toplum” paradigmasının geçekleşme koşulları neredeyse yoktur.
Tekrar edecek olursam Kürtlerle adil onurlu demokratik bir barış zeminde ilişki kurulmuyor. 21. Yüzyılın bu anında demokrasi için bir devrim gerekir. Tarihin öyle bir anındayız ki ulusal özgürlük toplumsal kurtuluş şartına bağlanmış durumdadır.
Demokratik Ortadoğu Federasyonu
Sizin programınızda önerdiğiniz Demokratik Ortadoğu Federasyonu nasıl bir çözüm modeli sunuyor? Kürt ulusal sorunu bunun neresindedir?
Kürdistan’ın bölünme süreci 20. Yüzyılda da devam etmiş ve önce Sykes-Picot ardından Lozan anlaşmasıyla Kürdistan dört parçaya bölünmüştür. Med’lerden sonra devlet mekanizması gibi bir egemenlik aracına sahip olmayan, bölünen ve parçalanan Kürt ulusunun kendi varlığını devam ettirmiş olması Kürtlere özgü bir gerçekliktir. Yoğun bir asimilasyon politikası ve inkarcılığa maruz kalan Kürt halkı büyük direnişlerle kendini korumuş ve soykırımcı saldırılara rağmen kendini her defasında yeniden inşa etmeyi başarmıştır. Dünya tarihine devlet olgusunun dahil olmasında bugüne hakikaten devletsiz ve parçalanmış kaç halk kolektif olarak ayakta kalmayı başarmıştır. Bunu ayrıca analiz etmek gerek.
Tekrar sorunuza dönecek olursam, ulusal sorunların çözümünü bölgesel demokratik ve sosyalist federasyonlar perspektifiyle bağlı ele alıyoruz. Bu her parça Kürdistan’ın kendi özgün hattından ilerlemesi ve eğer koşullar onu gerektiriyorsa özgürlüğünü ilan etmesini dışlamıyor. Ya da dört parça Kürdistan’ın birleşme hakkını da içinde barındırıyor. Elbette Kürt sorununun burjuva çözümü de mümkündür. Ve Güney Kürdistan bu yolu tutturmuştur. Ancak elbette bizim öngördüğümüz ulusal sorunun emekçi çözümüdür. Bir yandan ezen ulusla tam hak eşitliğini sağlama ama aynı zamanda ezen ulusun işçi ve emekçileriyle toplumsal özgürlük mücadelesine katılarak, işçi emekçi halk cumhuriyetleri birliğini inşa etme hedefimiz var. Emperyalizm koşullarında tam bağımsızlık ancak kapitalizmin yıkılması ve sosyalizmin kazanılmasıyla mümkün olabilir. Ulusal sorunun tüm kaynaklarıyla birlikte çözümü sosyalizmdedir. Politik tavrımız sosyalist yurtseverlik karakterine sahiptir. Kürt işçi ve emekçilerinin ulusal hakları için mücadele etmesi ve bunu aynı zamanda kapitalizme karşı mücadele ile birleştirmesi yolundan gerçek anlamda ulusal özgürlüğünü kazanabileceğini düşünüyoruz. Ulus, cins ve sınıf çelişkisinin çözümü toplumsal kurtuluş mücadelesi ekseninde mümkündür. Yani yurtseverliğimizin sınıfsal karakteri emekçidir. Ve ufkunda sosyalizm vardır. Kürdistan’ın dört parçasında da hedefimiz yurtseverlik bilinci ile işçi ve emekçileri siyasal bağımsız bir hattan örgütlemektir.
Konfederal Sistemden Fark
Kürdistan’ın özgürlüğü Ortadoğu halklarının özgürlüğüyle doğrudan bağlıdır. Örneğin Rojava devrimine bakalım. Eğer Rojava Kuzey ve Doğu Suriye’ye doğru genişlemeseydi yaşayamazdı. Bugün de eğer Suriye’ye, Ortadoğu’ya doğru genişleyemezse varlığını devam ettiremez. Aynı güzergâh Bakur içinde geçerlidir.
Demokratik Ortadoğu Federasyonu’na giden yol, işgalci, sömürgeci devletlerin demokratik halk devrimleriyle yıkılması ve onların yerini devrimci iktidarların almasından geçmektedir. Konfederal sistemden farkı ise aşağıdan yukarı doğru inşayı değil, devrimci yoldan iktidarların yıkılması ve onların yerini halk cumhuriyetlerini alması ve onun federasyon biçiminde örgütlenmesidir. Bölgesellik ve birleşiklik bakımından birbirine benzemekte ancak konfederasyonda yıkıcılık değil, aşağıdan değiştirme, reforme etme vardır. Dönüştürmeyi hedeflemektedir. Halk cumhuriyetlerinin bölgesel federasyonu ise önce verili iktidarların yıkılmasını ön şart görmektedir. Örneğin Rojava devrimini sosyalizm yönünde itmeyi hedeflerken bu sadece Rojava içinden mülkiyet ilişkilerine bir müdahaleyi değil aynı zamanda devrimin Suriye’ye doğru genişlemesi hedefini de içinde barındırıyor.
Türk devleti HTŞ’ye dayanarak Suriye’de bir güç olmak, Kürt halkının kazanımlarından bir olan Rojava devrimini ve Özerk Yönetimi ezmek, tasfiye etmek istiyor. Diğer yandan da Arap aşiretlerini örgütlemeye çalışarak başarılan Kürt -Arap ittifakını bozmayı hedefliyor. Amacına ulaşabilir mi?
HTŞ’nin yaklaşık 8 aylık pratiğine bakalım. Mart ayının başında Alevilere yönelik katliamlara başladı. Binlerce Alevi öldürüldü, kadınlar kaçırılıp İdlip pazarlarında satılığa çıkarıldı, binlerce insan bu zulümden kaçarak mülteci durumuna düştü.
Temmuz ayında Süveyda’ya yönelik başlatılan saldırılarda ise SOHR’ un verilelerine göre 1683 kişi hayatını kaybetti. ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ ın tutum ve açıklamalarından güç alan HTŞ Süveyda’da hakimiyetini sağlamak için saldırı başlatmış ancak başarılı olamamıştır. Suriye’de Araplar da dahil hiçbir kesim HTŞ’ ye güvenmemektedir. Geçtiğimiz günlerde Hesekê’de Suriye’deki tüm inanç ve halkları temsil bir toplantı yapıldı. Özerk Yönetim’in tüm halklar nezdindeki güvenilirliği bir kez daha tüm dünyaya deklare edilmiş oldu. Hasekê Ortak Tutum Konferansı’nın ortaya koyduğu gerçeklik HTŞ ve belki daha çok Türk devletini panikletmiştir. Hakan Fidan bilindiği üzere apar topar Şam’a gelmiş ve HTŞ’ nin Paris toplantısına katılmasını bloke etmiştir. Bir yandan Hesekê Konferansı’nın telaşı vardır diğer yandan ise Fransa’nın, İngiltere’nin, ABD’nin de olduğu masada HTŞ’ yle Özerk Yönetimin aynı düzlemde yer almasının, Özerk Yönetime kazandıracağı meşruiyete tahammül edememiştir. Türk devleti, HTŞ üzerinde bir inisiyatif kaybı olacağını gördüğü için Paris toplantısını engellemiştir. Sömürgeci, işgalci Türk devleti Özerk yönetimin, QSD’ nin bir an önce HTŞ’ ye entegre olmasını dayatıyor. Olmazsa askerî harekât tehdidinde bulunuyor. HTŞ’ yle imzalanan savunma, ordunun eğitilip donatılması için yapılan anlaşmalar Türk devletinin pratiğini bir kez daha teyit ediyor.
Kürt-Arap ittifakı bozulabilir mi? Esad rejiminin kaçtığı ilk günlerde Sünni Araplar arasında bir dalgalanma yaşandı. Reqa, Dêrazor bölgelerinde halkın çok sınırlı da olsa provokasyonlara geldiği görüldü. Ama hem geçen sürede HTŞ’ nin pratiği güven vermedi hem de Araplar Özerk Yönetim’den şimdiye kadar hiçbir baskı görmediler, bulundukları bölgelerde yönetim erkine dahil oldular. İktisadi olanak ve imkanlardan pay sahibi oldular. Demokratik ve eşit ilişkiler zemininde bir dostluk inşa edildi. Yani Özerk yönetim Araplar ve diğer halklara şimdiye kadar güven verdi. Yani HTŞ’ nin varlığıyla Kürt-Arap ittifakının ana ekseninde şimdiki halde bir sarsıntı emaresi görülmüyor. Ama özellikle MİT bunun için özel olarak çalışmaktadır. Provokasyon, manipülasyon yaratmak için her türlü yolu deneyecektir.
Özerk yönetim ideolojik, siyasi, örgütsel, askeri ve iktisadi olarak güçlüdür, deneyimlidir. Birlikte barış içinde yaşama deneyimi yaratılmıştır. Bunlar öyle iki SİHA, biraz tank ve füzeyle berhava olmaz. Fakat yine de özerk yönetimin karşısında Osmanlı İmparatorluğunun torunları vardır. Bir söz vardır. Osmanlıda oyun bitmez diye. Yani tehlike kesinlikle küçümsenemez. Daha güçlü örgütlenmek, zinde ilişkiler içinde olmak, askeri teknik ve taktikte sürekli yenilenmek, kesinlikle disiplinli bir kuvvet olarak hakimiyeti güçlendirmek gerekmektedir.